26 Temmuz 2012

69. Venedik Film Festivali'nin Programı




69. Venedik Film Festivali'nin programı netleşti ve festivalde yarışacak ve gösterilecek filmler belli oldu.

29 Ağustos ile 8 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek festivalde yer alan filmler birçok usta filmin imzasını taşıyor. Festival Jürisine ünlü ABD'li yönetmen Michael Mann başkanlık yapacak. Yeşim Ustaoğlu'nun yönettiği "Araf" filmiyle Ali Aydın'ın ilk uzun metrajlı filmi "Küf" (Muffa) festivalde yer alacak.


Uluslararası (Ana) Yarışma

"Après Mai" ("Something in the Air"), Olivier Assayas
"At Any Price," Ramin Bahrani
"Bella Addormentata," Marco Bellocchio
"Betrayal," Kirill Serebrennikov
"È stato il figlio," Daniele Cipri
"La cinquième saison," Peter Brosens and Jessica Woodworth
"Lemale Et Ha'Chalal" ("Fill the Void"), Rama Burshtein
"Un Giorno Speciale," Francesca Comencini
"Passion," Brian De Palma
"Superstar," Xavier Giannoli
"Pieta," Ki-Duk Kim
"Outrage Beyond," Takeshi Kitano
"Spring Breakers," Harmony Korine
"To The Wonder," Terrence Malick
"Thy Womb," Brillante Mendoza
"Linhas De Wellington," Valeria Sarmiento
"Paradise: Faith," Ulrich Seidl

Yarışma Dışı Gösterimler

"L'Homme Qui Rit," Jean-Pierre Ameris
"Anton's Right Here," Lyubov Arkus
"Love Is All You Need," Susanne Bier
"Cherchez Hortense," Pascal Bonitzer
"It Was Better Tomorrow," Hinde Boujemaa
"Sur Un Fil…," Simon Brook
"Witness: Libya," Michael Mann
"Medici Con L'Africa," Carlo Mazzacurati
"The Reluctant Fundamentalist," Mira Nair
"O Gebo E A Sombra," Manoel De Oliveria
"The Company You Keep," Robert Redford
"Clarisse," Liliana Cavani
"Enzo Avitable Music Life," Jonathan Demme
"Tai Chi 0," Stephen Fung
"Sfiorando Il Muro," Silvia Giralucci and Luca Ricciardi
"Carmel,"Amos Gitai
"Lullaby To My Father," Amos Gitai
"El Imenetrable," Daniele Incalcaterra and Fausta Quattrini
"Penance," Kiyoshi Kurosawa
"Bad 25," Spike Lee
"Shark (Bait 3D)," Kimble Rendall
"Disconnect," Henry-Alex Rubin
"La Nave Dolce," Daniele Vicari
"The Iceman," Ariel Vromen

Orizzonti (Ufuklar) Dünya Sinemasındaki Yeni Akımlar (Kısa Filmlerle Birlikte)

"Araf", Yeşim Ustaoğlu
"Wadjda," Haifaa Al Mansour
"Khaneh Pedari" ("The Paternal House"), Kianoosh Ayari
"Ja Tozhe Mochu" ("I Also Want It"), Alexey Balabanov
"Gli Equilibristi," Ivano De Matteo
"L'Intervallo," Leonardo Di Costanzo
"Low Tide," Roberto Minervini
"Boxing Day," Bernard Rose
"Yema," Djamila Sahraoui
"Sennen No Yuraku" ("The Millennial Rapture"), Koji Makamatsu
"Zan Zi Mei" ("Three Sisters"), Bing Wang
"El Sheita Elli Fat" (Winter of Discontent"), Ibrahim El Batout
"Tango Libre," Frederic Fonteyne
"Menatek Ha-Maim" ("The Cutoff Man"), Idan Hubel
"Gaosu Tamen, Wo Cheng Baihe Qu Le" ("Fly With the Crane"), Ruijun Li
"Kapringen" ("A Hijacking"), Tobias Lindholm
"Leones," Jazmin Lopez
"Bellas Mariposas," Salvatore Mereu

80! (Retrospektif Koleksiyon)

"Dieu a Besoin des Hommes" ("God Needs Men"), Jean Delannoy
"Poslednjaja Noc'" ("The Last Night"), Julij Jakovlevic Rajzman
"Ahora Te Vamos a Llamar Hermano," Raoul Ruiz
"Stress-es Tres-Tres," Carlos Saura
"Il Brigante" ("The Brigand"), Renato Castellani
"Pytel Blech" ("A Bagful of Fleas"), Vera Chytilova
"Genghis Khan," Manuel Conde and Salvador Lou
"Pagine Chiuse," Gianni Da Campo
"Free at Last," Gregory Shuker, James Desmond and Nicholas Proferes
"Zablacene Mesto" ("Mud-Covered City"), Vaclav Taborsky

(Restore Edilen) Klasik Filmler

"Camicie Rosse," Goffredo Alessandrini and Francesco Rosi
"American Dreams," James Benning
"Fanny & Alexander," Ingmar Bergman
"Himala," Ishmael Bernal
"La Decima Vittima," Elio Petri
"Chimes at Midnight," Orson Welles
"Sunset Blvd," Billy Wilder

"Tell Me Lies," Peter Brook
"Monicelli, La Version di Mario," M. Canale, F. Farina, M. Gianni, W. Labate and A. Morri
"Heaven's Gate," Michael Cimino
"Gli Anni Delle Imagini Perdute," Adolfo Conti
"Conteurs D'Images," Noelle Deschamps
"South Seas Adventure," Carl Dudley, R. Goldstone, F. Lyon, W. Thompson and B. Wrangell
"Dia Nostri Inviati Alla Mostra Di Venezia," Giuseppe Giannotti, Enrico Salvatori and Davide Savelli
"Indagine Su un Cittadino al di Sopra di Ogni Sospetto," Elio Petri
"Il Caso Mattei," Francesco Rosi
"Stomboli, Terra di Dio," Roberto Rossellini
"Valentino's Ghost," Michael Singh
"Seida Elettrica. Il Making of Di Io e Te," Monica Strambini
"Avoir 20 Ans Dans les Aures," Rene Vautier
"Gentlemen Prefer Blondes," Howard Hawks
"Harry Dean Stanton Partly Fiction," Sophie Huber
"Karumen Kokyo Ni Kaeru," Kinoshita Keisuke
"Miradas Multiples," Emilio Maille
"The Ghost and Mrs. Muir," Joseph L. Mankiewicz
"Porcile," Pier Paolo Pasolini
"Terra Animata," Luca Maria Patella
"SKMP2," Luca Maria Patella
"La Guerra Dei Vulcani," Francesco Patierno

25 Temmuz 2012

The Dark Knight Rises: Tim Burton’dan Christopher Nolan’a Batman’in Sinema Serüveni



2000'lerin başlarında genç yönetmen Christopher Nolan’ın Batman’i yeniden sinemaya uyarlayacağı haberleri geldiğinde belki de çok fazla kişi bu kadar efsanevi bir serinin geleceğini beklemiyordu. Ancak Nolan’ın önceki uyarlamaları bir kenara bırakıp Batman’in kökenlerine inerek çizgi romanda yer alan detaylardan bu kadar heyecan yaratan bir film yaratması, dünyaca ünlü ve devamı merakla beklenen bir fenomen oluşturdu. Artık Nolan’ın Kara Şövalye'sinin hikayesi bitiyor ve bu vesileyle Batman'in serüvenini anımsamak için bir filmografik gezi yapalım.

Tim Burton (Doğuş)

Son dönem filmlerinde çıtasını düşürdüğünü düşünsem de favori listemde birçok özgün filmi yer alıyor Tim Burton’ın. Burton kendi tarzını filmlerine nüfuz ettirmeyi ve atmosfer yaratmayı çok iyi başaran bir yönetmen.


1989’da Hollywood’un o zamana kadar esaslı bir filmini yapamadığı çizgi roman klasiği Batman’i çok başarılı bir şekilde sinemaya uyarlayan Burton, hem Batman’in sinema izleyicisi arasında iyice popülerleşmesini sağladı hem de yarattığı Gotham City atmosferiyle zihinlerde yer etti. Burton, Bruce Wayne rolünde Michael Keaton’ı seçti. Keaton rolünde sırıtmasa da çok da parlak bir performans sergilemiyordu. İlk filmin asıl göze çarpan performansı Jack Nicholson’ın müthiş bir şekilde canlandırdığı Joker’den geliyordu. Nicholson gerçekten filmi hakimiyeti altına almış görünüyordu. Bunun yanı sıra güzel kız Vicki Vale rolünde de dönemin parlak isimlerinden Kim Basinger’ı izlemiştik.


1992’de Burton’dan ikinci film Batman Returns (Batman Dönüyor) geldi. Keaton yine başroldeydi. Kötü adam olarak ise Penguen rolünde Danny DeVito’dan ilginç bir performans izliyorduk. Bir başka kötü karakter zengin işadamı Max Shreck’i  Christopher Walken ve gizemli karakter Catwoman’ı ise Michelle Pfeiffer canladırıyordu. Penguen rolünde gerçekten orijinal bir performans sergilese de DeVito Altın Ahududu Ödülleri’ne aday olmaktan kurtulamamıştı. İlk film kadar başarılı bulunmasa da Batman Returns yine güzel bir seyirlik sunuyordu.


Joel Schumacher (Çöküş)

Tim Burton iki güzel film çektikten sonra yönetmen koltuğundan yapımcı koltuğuna geçti. Serinin devamında Joel Schumacher yönetmen olarak seçilmişti. İlk bakışta kötü bir tercih gibi durmasa da Schumacher ne eleştirmenlerce ne de serinin hayranları tarafından beğenilmedi.

1995’te Batman Forever (Batman Daima) gösterime girdiğinde büyük bir beklenti oluşturmuştu. Yeni Bruce Wayne için Val Kilmer seçildi. Kötü adam olarak ise Tommy Lee Jones-İki Yüz/Harvey Dent ve Jim Carrey’i-Bilmececi (Riddler) izledik. Bunların yanında Dr. Chase Meridian (Nicole Kidman), Robin (Chris O'Donnell) ve tabii Alfred (Michael Gough) karakterleri filmde yer alıyordu. Kadro, yapımcı ve yönetmen olarak göz alıcı olan serinin üçüncü filmi gişede başarılı olsa da eleştirmenlerce pek tutulmadı.


1997’de Batman & Robin filmiyle Joel Schumacher şansını bir kez daha denemeye karar verdi (keşke vermeseydi). İlk filmin sinemasal olarak pek başarılı olmadığını o da fark etmiş olacak ki Val Kilmer’ın yerine George Clooney’i kadroya dâhil etti. Mr. Freeze/Buz Adam rolünde Arnold Schwarzenegger ve Poison Ivy/Zehirli Sarmaşık rolündeki Uma Thurman da kötü karakter kontenjanını dolduruyordu. Batgirl rolünde Alicia Silverstone ve Robin rolünde Chris O'Donnell’ı görmekteydik. Yine janjanlı bir kadro ve büyük bütçeye rağmen film eleştirmenlerce deyim yerindeyse yerin dibine sokuldu. Gişe rakamları ise zarar ettirmese de umulan başarıdan uzak kaldı. Bu kötü deneyim Batman serisinin sonunu getirdi.

23 Temmuz 2012

Ikiru-Yaşamak (1952)


watanabe
Watanabe Parkta Sallanıp Ölümü Beklerken

Giriş


Japon sinema efsanesi Akira Kurosawa’nın “bürokrasi”nin kısırlığı ve insan hayatının çıkmazları üzerine yaptığı 1952 yapımı okkalı bir filmdir Ikiru

Ikiru’nun anlamı olan “Yaşamak” filmde ziyadesiyle konu edilir. Bir ömür nasıl geçer ya da daha doğrusu nasıl boş geçer konusu işlenir filmde. Filmin kahramanı Kanji Watanabe belediyenin halkla ilişkiler biriminde kısım amiri (o birimin en üst düzey yöneticisi) olarak çalışmaktadır. Çalışmaktadır dediğime bakmayın filmde de sıklıkla söylendiği gibi makamını korumaktadır. Makamı korumanın en güzel yolu ise hiçbir iş yapmamaktır. Kısacası kahramanımız 30 yıldır görev yaptığı belediyede aslında birimini değil vaziyeti idare etmektedir. Bu durum (maalesef) bizim kültürümüzde de yerleşmiştir ve Osmanlı’da “idare-i maslahat” olarak geçmektedir.

Gelişme (Yazının devamı, eserin konusu hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir!)

Film, bir grup mahalleli kadının belediyeden pis suların biriktiği boş bir bölgenin düzeltilerek yerine çocuk parkı yapılmasını istemesiyle başlar. Kanji Watanabe hemen kadınları “bizim işimiz değil” diyerek mühendislik birimine yönlendirir. Aslında başından savar. Bu ilk baştan savma, tam bir trajikomik kısır döngüyü başlatır. Kadınların başvurduğu her birim, kendince bir açıklama yaparak başka bir birime gönderir kadınları. Bütün belediye binasını dolaşan kadınlar en sonunda başkan yardımcısına kadar gittikten sonra döngünün başladığı yere halkla ilişkiler birimine dönerler. Watanabe de son kurtuluş olarak yazılı bir dilekçe alıp, dilekçeyi uçsuz bucaksız kağıt yığınlarının içine gömerek yani yine hiçbir iş yapmayarak makamını ustalıkla korumuştur. Bu başlangıç filmin tamamen bir kara komedi üzerinden yürüyeceğini düşündürse de asıl dramatik olaylar yeni başlar. 30 yıl hiç izin almadan işe gelme rekorunu eline geçirme arifesindeki kısım amiri Watanabe, mide kanseri olduğunu öğrendikten sonra büyük bir şok yaşar ve akabinde işe gitmeyi keser. Kahramanımız yaşadığı şokla, astlarının tabiriyle mumya gibi yaşadığı hayatındaki sürekli uykusundan uyanıverir.

Kurosawa
Kısım Amiri Makamında Çalışır Gibi Yaparken
Watanabe, genç yaşta eşini yitirdikten sonra tüm hayatını oğluna adayarak başka bir evlilik yapmayı reddetmiş ve para dahi harcamadan popüler deyimle ot gibi yaşamaya başlamıştır. Oğlunu evlendirerek aynı evde yaşamaya devam etmektedir. Tüm yaşamı klişe tabirle bir film makarası gibi bize gösterilir. Artık ölümün nefesini ensesinde hisseden kahramanımız tam bir boşluğa düşerek arayışa başlar. Yaşam dolu olarak gördüğü tek kişi olan ve biriminde altında çalışan genç bir kadın memurla arkadaşlık yapmaya çalışarak arayışını sürdürür. Bu sırada hem ailesi hem de belediye çalışanları Watanabe ile ilgili bir sürü dedikodu çıkarmaktadır. Öleceğini yakınlarına ve iş arkadaşlarına söylemeyen kısım amiri en sonunda içindeki büyük boşluğu nasıl dolduracağını keşfeder.

Herkesin şaşkın bakışları arasında dairesine dönen Watanabe, hemen kadınların çocuk parkı için verdikleri dilekçeyi bulur, ölünceye kadar bu parkın yapımı için büyük bir inatla belediyenin tüm birimlerini arşınlar ve hatta üstlerine kafa tutar. Bu küçük park için verdiği mücadelesi efsaneleşen Watanabe, 5 ay sonra bu dünyadan göçer. Tabii film burada bitmez ama kalanı için izlemek gerek.

Sonuç

Ünlü Alman Sosyolog Max Weber bürokratik örgüt modelini oluştururken bu modelin iyi ve kötü yönlerini ortaya koyarak modeli bir anlamda idealize etmeyi amaçlamıştı. Ikiru’da bize sunulan bürokratik model ise tamamen iş yapılmamasına yönelik bir kısır örgüt. Tüm çalışanlar mesai saatlerinde  sürekli meşgul ancak çoğu ne iş yaptığını hatırlamıyor. Bir anlamda distopyalarda tasvir edilen bir yapı mevcut. Ancak gerçek hayatta da maalesef bu gibi yapılarla karşılaşıyoruz, sadece devlet olması gerekmiyor bunların, aşırı büyümüş herhangi bir örgüt en sonunda benzer bir çıkmazla karşılaşabiliyor. Tabii Kurosawa’nın sadece bürokrasi ile ilgili bir film yaptığı düşünülmemeli, insan psikolojisi ile ilgili birçok isabetli analiz de mevcut.

İki buçuk saate yakın süresi olan, (bir anlamda) bunaltıcı atmosferli, siyah beyaz bir filmi izlemek zor gelebilir ortalama bir izleyiciye ama izlediğinize değeceğini size rahatlıkla söyleyebilirim. İyi seyirler!

Akira Kurosawa
Kahramanımız Yaşam Dolu Memuresiyle Birlikte

12 Temmuz 2012

İzlenmesi Gereken Üçlemeler


“Üçleme” kökleri dine kadar dayanan farklı anlamları olan bir kavram olsa da sinema açısından anlamı aşikâr. Bir sinemasever olarak da sinema tarihindeki neredeyse kültleşmiş (üçlü) devam filmlerine bir göz atmak istedim. Seçtiğim bazı üçlemelerin sonradan (büyük oranda ticari kaygılarla) devam filmleri çekilse de ben onları üçleme olarak kabul edip serinin devam edip etmemesini dikkate almadım. Zira aksi takdirde başarısız bir dördüncü film çekilerek (bence) yazık edilen birçok seri liste dışında kalabilirdi. İyi seyirler…

****************

Baba (The Godfather)

Francis Ford Coppola’yı unutulmaz yönetmenler arasına sokacak birçok farklı filmi olsa da “The Godfather” serisinin yeri ayrıdır. Serinin filmleri 1972, 1974 ve 1990 yıllarında gösterime girdi. Özellikle serinin ilk iki filmi büyük başarılar kazanarak en iyi filmler arasına girdi. Özellikle Marlon Brando ve Al Pacino unutulmaz performanslarıyla zihinlere kazındı. Benim oldukça beğenmeme karşın üçüncü film ise ilk iki filmin büyük başarısının gölgesinde kaldı.

****************

Yıldız Savaşları (Star Wars)

George Lucas’ın yarattığı evren imgesi o kadar başarılıydı ki bu serinin filmleri 7’den 70’e birçok sinemaseverin favorileri arasına girdi. Serinin fanatikleri bilecektir sonradan eklenen üç film ile toplam film sayısı altıya çıkmıştı, ancak ilk üç filmin yerini tutmadı sonrakiler. Bu nedenle bu listedeki üçleme orijinal olarak adlandırılan ve ilki 1977, ikincisi 1980, üçüncüsü de 1983 yılında çevrilen filmlerden oluşuyor. Büyük Jedi Ustası Yoda, Obi-Wan Kenobi, Luke Skywalker, Darth Vader, Han Solo ve Işın Kılıcı’na selam olsun.

****************

Yüzüklerin Efendisi (The Lord of the Rings)

J.R.R Tolkien’in kitaplarından Peter Jackson tarafından sinemaya uyarlanan seri muazzam bir başarı sağlayarak hem gişede hem de en iyi filmler listelerinde zirveye doğru yol aldı. Serinin ilk filmi ''Yüzük Kardeşliği'' 2001, ikinci filmi ''İki Kule'' 2002 ve üçüncü film ''Kralın Dönüşü'' ise 2003’te vizyona girdi. Kültleşen filmlerin çekimlerinin yapıldığı ve Jackson’ın da memleketi olan Yeni Zelanda turist akınına uğradı. Hatta Arwen karakterini canlandıran Liv Tyler’ın duru güzelliği “Elf Kızı” tabirini günlük dile bile yerleştirdi. Bu güzel ırkla iletişim kurabilmek için “Elfçe” kurslarının açılması gündeme geldi J

Serinin tadı sinemaseverlerin damağında kalmıştı ki müjdeli haber geliverdi. Serinin bir anlamda öncülü olan “The Hobbit: An Unexpected Journey” iki bölüm halinde hem de yine Peter Jackson’ın yönetmenliğinde önümüzdeki dönemde gösterime giriyor.

****************

Geleceğe Dönüş (Back to the Future)

Yönetmen Robert Zemeckis dünya çapında en popüler bilim kurgu serilerinden birini armağan etti sinemaseverlere. İlk film 1985’te, ikincisi 1989’da ve son film 1990 yıllarında gösterimdeydi. Ailemizin evladı olarak benimsediğimiz Marty Mcfly rolündeki Michael J. Fox ve ''Çılgın profesör'' karakteriyle bütünleşen Christopher Lloyd’un zaman makinesi DeLorean ile maceralarını bıkmadan izledik ve izlemeye devam ediyoruz.

****************

Indiana Jones

Kamçılı Adam’ın maceralarıyla bizi buluşturan Steven Spielberg’di. Birçok kişinin içerisindeki maceracı ruh egzotik mekanlarda tehlikeden tehlikeye atılan Harrison Ford’da vücut buldu. Kah lanetli mağaralardaki hazinelerin peşinde, kah yerlilerin daha fazla ilerlemek istemediği balta girmemiş ormanlarda bulduk kendimizi. 1981, 1984 ve 1989 yıllarında gösterime giren filmlerden yaklaşık 20 sene sonra 2008’de dördüncü film geldi ama para kazanan yapımcısından başka pek fazla kişiyi memnun etmedi.

Günümüzde akıllı telefonlarda “Temple Run” oynayarak eski filmleri yâd ediyoruz.

****************

Oyuncak Hikayesi (Toy Story)

1995, 1999 ve 2010'da gösterime giren animasyonlar hem küçükleri hem büyükleri ziyadesiyle memnun ederek Pixar’a olan sevgimizi pekiştirdi. Kendine has mizah anlayışı ve ilginç karakterleriyle kültleşen animasyonlar seri ilerledikçe üstüne koyarak gitmesiyle de takdirimizi kazandı. Bununla birlikte halen üçleme olarak kalan serinin dördüncü halkası ile ilgili dedikodular da bitmiyor.

****************

Dolar Üçlemesi

“Bir Avuç Dolar” 1964, “Bir Kaç Dolar İçin” 1965 ve “İyi, Kötü ve Çirkin” 1966 yapımı olan üçleme, Sergio Leone ustanın Clint Eastwood babayla çektiği ve spagetti western alt türünün en nitelikli ürünleri oldu. Filmin başkahramanının adı bile belli değildir ama tabancası yerinden çıktı mı düşmanlarına (olmayan) adını ezberletir. “İyi, Kötü ve Çirkin” ön planda olsa da “Bir Kaç Dolar İçin”in yeri bende ayrıdır.

****************

Üç Renk (Trois Couleurs)

Krzysztof Kieslowski’nin Fransız Bayrağı’nda yer alan üç renkten esinlenerek çektiği seride filmler Mavi (Özgürlük), Beyaz (Eşitlik) ve Kırmızı (Kardeşlik) olarak adlandırılmıştır. Genelde yoğun anlatımın tercih edildiği filmler durgun görünen ama derinden akan bir nehir gibidir.

****************

Matrix

1999’da gösterime girdiğinde yer yerinden oynamıştı resmen, tartışma programlarında bile “bu matriks ne ola ki?” üzerine derin konuşmalar yapıldı. Var olan her şeyi farklı şekilde algılamamızı sağlayan ve kültleşen filmin yönetmen ve senaristi Wachowski kardeşler bu büyük ilgiye daha fazla dayanamayıp 2003’te Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions ile seriyi sürdürdü. Fenomenleşen ilk film devam filmlerini sırtlasa da sinemasal başarının tüm seriye yayıldığını söyleyebilmek güç. Senaryonun devam filmlerinde kısırlaşarak görsel tekniklerin gerisinde kalması bunun başlıca sebeplerinden. Ancak bu olumsuzluklar serinin en iyiler arasına girmesini engellemiyor.

****************

Bourne Üçlemesi

Doug Liman yönetmenliğinde [The Bourne Identity-Geçmişi Olmayan Adam (2002)] ile başlayan seri Paul Greengrass [The Bourne Supremacy- Medusa Darbesi (2004), The Bourne Ultimatum-Son Ültimatom (2007)] devam etti. Süper ajan Jason Bourne rolünde rolünün hakkını sonuna kadar veren Matt Damon’ı gördük. Kitap uyarlaması olmasının da verdiği altyapı ile senaryonun sadece dövüş ve espiyonaj işlerine indirgenmeden kapsamlı bir hikaye ile oluşturulması unutulmaz bir serinin meydana gelmesini sağladı. Bourne’un yarı ölü halde ve hafızasını yitirmiş bir şekilde denizde bulunmasıyla başlayan heyecan dolu macerası çok güzel bir şekilde bağlanıp bitirilmişti. Matt Damon’ın seride artık yer almayacağını haklı bir şekilde açıklamasına karşın seri yeni bir yönetmen (Tony Gilroy) ve başrol oyuncusu (Jeremy Renner) ile devam edecek. The Bourne Legacy bu yıl (2012) gösterime giriyor.

****************

İntikam Üçlemesi

Güney Koreli yönetmen Park Chan-Wook Oldeuboi (Oldboy-İhtiyar Delikanlı) ile sinema dünyasını derinden sarsmıştı. Çok başarılı olan film öncül ve ardıl filmleri de popüler yaptı. Boksuneun Naui Geot (Sympathy for Mr. Vengeance-Haklı İntikam) 2002’de ve Chinjeolhan Geumjassi (Sympathy for Lady Vengance-İntikam Meleği) 2005’te gösterime girmişti.

****************

Terminatör

James Cameron’ın ilk ikisini yöneterek bir efsane yarattığı seri, ticari kaygılarla çekilen son film ile dörtlese de ilk üçü en iyiler için yeterli. The Terminator (1984), Terminator 2: Judgment Day (1991) ve Terminator 3: Rise of the Machines (2003) olmak üzere üç Arnold Schwarzenegger’li film zaman yolculuğu ve insansı robotlar üzerine bir destan yarattı. Serinin en iyi filmi Cameron’ın oldukça nazlandıktan sonra çekmeyi kabul ettiği “Terminatör 2: Kıyamet Günü” idi.

****************

Yaratık-Alien

Ridley Scott, James Cameron ve David Fincher gibi üç efsane yönetmeni barındıran seri sonra çekilen filmlerle bir hayli uzasa da işin özü bizim için yeterli. Alien (1979), Aliens (1986) ve Alien³ (1992) üçlemesinde güçlü kadın karakter rolü için yaratılan Sigourney Weaver’ı başrolde görüyoruz. Ölümcül uzaylı yaratık fikri üzerine inşa edilen seri; Alien Resurrection (1997), Alien vs. Predator (2004) ve Aliens vs. Predator: Requiem (2007) filmleriyle ikinci üçlemesini de tamamlamasına rağmen halen tükenmiş değil. Ridley Scott bu sene (2012) gösterime giren Prometheus ile yeni bir başlangıç yaptı ve devamının da yolda olduğunu gösterdi.

****************

Kirli İşler-Mou Gaan Dou

Infernal Affairs (2002-2003) olarak da bilinen Hong-Kong yapımı polisiye film serisi birçok kez izlediğimiz mafyanın içine sızan köstebek konusunu ele alıyor. Tabii benim izlediğim en iyi polisiyelerden olması bu konuyu oldukça özgün bir şekilde ele almamasından kaynaklanıyor. Scorsese de serinin ilk filmini uyarladığı The Departed ile benimle aynı fikirde olduğunu göstermiş oldu.

****************

Hannibal

Sadece ismini duymanın bile ürperti yaratmaya yettiği kötü karakter Hannibal Lecter’ın sinemadaki macerası 3 filmden uzun aslında. Ancak bu karaktere sadece bakışlarıyla bile cuk oturan Anthony Hopkins’in yer aldığı üç film var. İlk film Manhunter ve son film Hannibal Rising konu dışı bu nedenle. The Silence of the Lambs (1991), Hannibal (2001) ve Red Dragon (2002); üç usta yönetmenden (Jonathan Demme, Ridley Scott, Brett Ratner) üç farklı tarzda film. Belki de bu farklılık ilk filmdeki müthiş başarıyı devam filmlerinde aynı oranda göremeyişimizin nedeni. Ancak yine de koltuklara mıhlanıp seriyi tekrar izleme isteğimizin önüne geçemiyoruz.

****************

Şeytanın Ölüsü (Evil Dead)

Sam Raimi korku sinemasına kendine has tarzıyla büyük katkı yapmış yönetmenlerden. Bu katkının en önemli ayağını da Evil Dead serisi oluşturuyor. Başroldeki Bruce Campbell’la birlikte ilk filmdeki korku dolu atmosferi devam filmlerinde mizahla harmanlamayı başaran Raimi kendini tekrar etmeden orijinal bir seri oluşturdu. The Evil Dead (1981), Evil Dead II (1987) ve Army of Darkness (1992) kendine has efektleri ve hikâyesiyle film listelerinde ayrı bir yer edinmiş durumda.

****************

Yaşayan Ölüler

Korku üstatlarından George A. Romero’nun korku serisi özellikle Amerikalılar’ın pek bir sevdiği zombi maceralarında önemli bir mihenk taşını oluşturuyor. İlk filmin çok küçük bütçeyle ve sınırlı imkanlarla çekilmesine rağmen büyük ilgi görmesi serinin fitilini ateşlemişti. Üçleme şu filmlerden oluşuyor; Night of the Living Dead [Yaşayan Ölülerin Gecesi] (1968), Dawn of the Dead [Ölülerin Şafağı] (1978), Day of the Dead [Ölülerin Günü] (1985).

****************

Oda/Tanrının Sessizliği

Sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden olan Ingmar Bergman filmlerinde yaşam ve ölümün mücadelesi, karamsarlık, mutsuz ve kafası karışık bireyler sıklıkla ele alınır. Bergman’ın kendine has tarzını sonuna kadar hissettirdiği üç film izlenmeli: Såsom i en Spegel [Through A Glass Darkly-Aynanın İçinden] (1961), Nattvardsgästerna [Winter Light-Kış Işığı] (1963), Tystnaden [The Silence-Sessizlik] (1963).

****************

Karayip Korsanları

Gore Verbinski, Kaptan Jack Sparrow’a müthiş bir şekilde hayat veren Johnny Depp önderliğinde Orlando Bloom ve Keira Knightley gibi popüler ve yetenekli oyuncular eşliğinde oluşturduğu kastla birlikte hem eğlenceli hem de sofistike bir seri oluşturmayı başardı. Seri, içinden yeni maceralar ve karakterler çıkarmaya müsait fantastik yapısı nedeniyle devam ettirilerek 2011’de dördüncü film geldi ve beşinci filmin de yapılacağı kuvvetle muhtemel. Ancak serinin ivmesinin uzadıkça düştüğünü de itiraf etmek gerekiyor.

****************

Altın Kalp Üçlemesi

Danimarkalı aykırı yönetmen Lars von Trier’in Avrupa üçlemesi de mevcut ama ben Breaking the Waves [Dalgaları Aşmak] (1996), Idioterne [The Idiots-Geri Zekalılar] (1998), Dancer In The Dark [Karanlıkta Dans] (2000) üçlüsünün oluşturduğu ve Altın Kalp olarak nitelendirilen seriyi seçtim. Trier’in güçlü anlatımı özellikle yerleşik düzenin sınırlamalarıyla hesabı olanlara ilaç gibi geliyor.

****************

Savaş Üçlemesi

Yeni Gerçekçilik akımının öncüsü ya da başka bir deyişle babası İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’nin İkinci Dünya Savaşı temalı üçlemesi unutulmazlar arasında: Roma, Città Aperta [Roma, Açık Şehir] (1945), Paisà [Hemşehri](1946), Germania Anno Zero [Almanya Sıfır Yılı] (1948).

****************

Zor Ölüm (Die Hard)

John McTiernan (1988, 1995) ve Renny Harlin’in (1990) yönetmenliğindeki seriyi sürükleyen o dönem kariyerinin zirvesinde olan ve ele avuca sığmaz polis memuru John McClane’i canlandıran Bruce Willis’ten başkası değil. Willis’in aksiyon ile mizahi büyük bir başarıyla birleştiren oyunculuğu tüm zamanların en çok izlenen ve sevilen serilerinden birini meydana getirmişti. 2007’de seriye dördüncü halka geldi, başarılı da oldu ancak yaşlanan Bruce Willis eski performansını aratıyordu.

****************

Millenium Üçlemesi

İsveçli Yazar Steig Larsson’un çok satan kitap serisinin aynı adla sinemaya aktarılmasıyla oluşturulan üçleme adını başkahramanlardan gazeteci Mikael Blomkvist’in sol görüşe yakın çizgideki Millenium dergisinden alıyor. The Girl With The Dragon Tattoo (Ejderha Dövmeli Kız) , The Girl Who Played With Fire (Ateşle Oynayan Kız), The Girl Who Kicked The Hornet's Nest (Arı Kovanına Çomak Sokan Kız) adlarıyla bilinen üçlemede adı geçen “Kız” sıra dışı aykırı karakter Lisbeth Salander’dan başkası değil. Sürükleyici bir polisiye olan seri senaryo olarak da başarılı. Serinin aynı şekilde Hollywood tarafından uyarlandığını da hatırlatmak lazım.

****************

Taşra Üçlemesi

Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) uzun metraja geçişiyle birlikte çektiği ilk üç film Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak yönetmenin uluslararası üne kavuşmasına önemli rol oynadı. Ceylan’ın kısa metrajlı filmi Koza’dan sonra taşra hayatını irdelediği üçlemeyle başlayan serüveninde, fotoğrafçı geçmişinin de etkisiyle usta işi görüntüleri yakalamadaki başarısını kendine has anlatımıyla birleştirmeyi başardı. Böylece NBC saygın festivallerden aldığı ödüllerden sağlam bir koleksiyon sahibi oluyordu.

****************

Göç Üçlemesi

Türk Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden olan ve 2011 yılında yitirdiğimiz Ömer Lütfi Akad’ın köyden kente göçü, gecekondulaşma, geleneksel aile yapısı ve sermaye dönüşümü çerçevesinde ustalıkla ele aldığı üçlemede, başrolde en önemli kadın oyuncularımızdan Hülya Koçyiğit yer alıyor. 1973-75 yılları arasında çekilen Gelin, Düğün ve Diyet filmleri mutlaka izlenmesi gereken, günümüzle bağları halen çok güçlü olan eserler.