Beşinci TRT Belgesel Günleri - SİNEMA ELEŞTİRMENİ

YAZILAR

Film Eleştirileri, Sinema Haberleri, İzleme Listeleri...

15 Mayıs 2013

Beşinci TRT Belgesel Günleri




Bu yıl Mayıs ayının 9 – 13 tarihleri arasında beşincisi gerçekleşen TRT Belgesel Günleri’nin eşsiz belgesel seçimleri ile izleyicilerin beğenisini yürekten kazandığı su götürmez. Birkaç gösterim üzerine bahsetmeden önce belgesel günleri ile ilgili teknik bilgilere göz atmakta fayda var.

TRT İstanbul Radyosu / Harbiye , Notre Dame de Sion Fransız Lisesi ve İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde gösterimleri gerçekleştirilen belgesel kuşağının arkasında oldukça güçlü sponsorlar yer alıyor. Dolayısıyla ortaya bu denli bir etkinliğin çıkması kaçınılmaz zaten. Belgesel gösterimine girmeden önce seyircilere özel olarak hazırlanmış katalog ve materyaller bulunuyor. Bu katalogların birinde bu yılki belgesel günlerinin yegane amacının altı çizilmiş: “Belgesel sinemayı teşvik üzerine kurulmuştur.”  TRT Belgesel Günleri’nin açılış filmi, yönetmenliğini Richard Rowley’in yaptığı “Dirty Wars” adlı ABD yapımı çok yeni bir film. Açılış filmi ve finalist filmlerinin yönetmen katılımlı gösterimlerinin yanı sıra kapsamı genişletilmiş yarışma dışı gösterim bölümünde, Balkan ülkelerinden özel seçki yer alıyor. “Balkan Panorama” adı verilen bu bölümde 9 farklı ülkeden 11 belgesel filmi sunuluyor. Film gösterimlerinin yanında; keyifli açık hava konseri, Belgesel Sinemacıları Birliği ile birlikte düzenlenen “ Belgesel Projelerinin Uluslararası Düzeyde Geliştirilmesi” konulu seminer, Onur Ödülü özel film gösterimi ve söyleşisi de yer aldı. Seçici kurulda; Özer Bereket, Kudret Büyük Coşkun, Osman Sınav, Yüksel Aksu, Cengiz Semercioğlu, Rudy Buttignol gibi isimler yer aldı. Ayrıca belirtmek gerekir ki 5. TRT Belgesel Onur Ödülü ülkemiz belgeselciliğinin gelişimine yaptığı değerli katkılardan dolayı Hasan Özgen’e verildi.

Gündelik yoğun tempodan mütevellit sadece 9 / 10 Mayıs tarihlerinde takip etmek imkanı bulduğum belgesel seçkilerime gelecek olursak; öncelikle yönetmenliğini Metod Pevec’in yaptığı “The Alexandrians / İskenderiyeliler” yer alıyor. Belgeselin öyküsü hemen hemen kadınların başrolünde olduğu bir göçü mercek altına alıyor. Esasında bir izleyici olarak bu belgesele gittiğimde beklentim tamamen farklıydı. Böyle olmasına rağmen bende kilit noktası yarattı İskenderiyeliler. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yoksulluk ve faşist asimilasyon politikası yüzünden birçok kişi, özellikler gençler, Slovenya’nın batısındaki Vigova Vadisini terk etmişlerdir. Erkekler Arjantin’e dönmemek üzere gitmişlerdir. Kadınlar ve kızlar Mısır’a göç etmişlerdir, o zamanlar zengin ve kozmopolit bir şehir olan İskenderiye’ye …  Bu trajik hikaye feminizmin adı bile bilinmezken, kadınların zaman zaman nasıl meydan okuyabildiklerini göstermektedir. 

İkinci seçki ise 10 Mayıs gösterim tarihli olan Maria Averine elinden çıkmış olan “Who’s That City?/ Kim Bu Şehir?” adlı belgesel.  Rusya, Moskova doğumlu olan genç yönetmen TV Sanatı ve Film yönetmenliği üzerine eğitim almış. Ana – babasız çocuklara film çekim inceliklerini öğreten bir sivil toplum kuruluşunda çalışması esnasında “Kim Bu Şehir?" adlı belgeselinin naçizane yanıtlarından birini veriyor olmalı. 45’ten fazla çekim günü. 30 saati aşan görüntü kaydı. Şehrin 5.000’den fazla yakın çekim görüntüsü. Başkentin vatandaşları ve misafirleri ile yapılan 100 röportaj. Metin yazarının 36 ay yaptığı ön araştırma. Tüm bunlar 30 dakikadan az bir süre içinde toplandı. Bu, tamamıyla Sofya ve onun halkına ithaf edilmiş, şehrin varolduğu son 7.000 yıl içinde yapılan en büyük sinemasal belgesel. Bu belgesel gerek saydığım teferruatlı çalışması gerekse seyirciye tattırdığı inanılmaz deneyimlerin birer parçası olmuş. Nitekim belgeselin kimi karelerinde şehrin tam ortasında kutudan bir ev yapmış olan yaşlı teyze ile tanışıyoruz. Şehri tanıyoruz, tanıştırılıyoruz. Belgesel sahibinin de deyişiyle “Şehir benim evimdir.” tabirini kullanmak yerinde olsa gerek.

Gelelim bir diğer öne çıkan belgesele; “The Long Vacation / Uzun Tatil” Slovenya doğumlu Damjan Kozole’nin elinden çıkmış. Kozole’nin biyografisine baktığımızda bu kadar çok yönlü ve deneyiminin bu denli yüce olması bizi şaşırtmasa gerek. Filmlerinde genellikle “rezil, korkak hatta sefil karakterler kendi insanlıklarını keşfeder.” temasıyla çalışmış.  Ayrıca belirtmek gerekir ki Guardian’da eleştirmen Peter Bradshaw tarafından yılın en iyi eleştirilerinden birini almıştır : “Kozole bize yılın en güçlü ve kışkırtıcı filmlerinden birisini sundu.” Kozole’nin keskin alt metinler ile çağdaş toplumun kusurlarının çetelesini tutan duygusal bir sinizmi var. Bu zamana kadar aldığı ödülleri saymakla da dilde tüy bitmez sanırım. Gelelim “The Long Vacation” adlı belgeseline. Konu, 13 yaşındaki Alex’in Sırbistan’a tatile gitmesiyle başlar. Doğmuş olduğu ülkeye, evine 4 yıldır dönememiştir. 20 yıl “tatil”de kalmıştır.  Nisvet ise 30 yıl önce Bosna’dan gelmiştir. Bağımsızlık sonrası bir kız çocuğu dünyaya getirmiş fakat ilk iki yıl boyunca varlığı resmi kayıtlara geçmemiştir. Katarina ise genç bir kızken ailesini, evini ve belgelerini kaybetmiştir. Slovenya’nın bağımsızlığını kazanmasından yarım yıl sonra kimlikleri Şubat 1992’de tüm devlet kayıtlarından silinen 3 gencin hikayesi… Onlar “Silinenler” olarak adlandırdılar; aynı kaderi paylaşan diğer 20.000 kişi gibi. Belgeselin konusundan dahi hafızamıza ne denli işlediği su götürmez. Kişi kendini bu belgesel sonrası şöyle bir sorgulamadan duramıyor: “Bir insan kaç yıl daha silinmiş olarak yaşam sürdürebilir ki?”

Favori belgeselimi ise en sona sakladım. “Cinema Komunisto / Komünist Sinema”. Yönetmenliğini Mila Turajlic’in üstlendiği bu belgesel, seyircisine eski film kayıtlarının ne denli yok edildiğini ve bu tarz belgesellerin kayıpların belkemiğini oluşturduğunu gösteriyor. Sırbistan doğumlu olan Turajlic, Siyaset ve Uluslararası İlişkilerin yanı sıra Film ve TV Prodüksiyonu bölümlerini bitirdi. Okuduğu bölümlerden de belgeselinin ne kadar bağdaşıp, ince bir çizgi kurduğunu görmek mümkün. Siyasi faaliyetlerden ve beyin öldüren akademik çalışmalardan uzaklaşmaya çalışan Turaljic, sanatın siyasetten daha devrimci olduğu inancıyla film yapımına yöneldi. Belki de “Komünist Sinema”ya giden kapı bu yolda açılmıştır. Komünist Sinema, bizi, Tito’nun film endüstrisinin dağılan kalıntıları üzerinden, Yugoslavya denilen sinemasal yanılsamanın yükselişi ve çöküşünü inceleyen bir yolculuğa çıkartıyor. Belgesel, unutulmuş düzinelerce Yugoslav filminden alınmış nadir arşiv görüntülerinin yanı sıra, Tito’ya yapılmış özel gösterimlerden ve film setlerinden bugüne değin hiç görülmemiş arşiv görüntülerini kullanarak bir ülkenin öyküsünü, perdede söylenenler ve perde arkasında gizlenmişlerle, yeniden canlandırıyor. Richard Burton, Sophia Loren ve Orson Welles gibi yıldız oyuncular, devlet tarafından finanse edilen süper prodüksiyonlardaki bu ulusal çabaya cazibe katıyorlar. Tito’ya 30 yıl boyunca her gece filmler gösteren kişisel makinisti, Tito’nun en sevdiği film yönetmeni, Partizan filmlerinin en ünlü aktörü ve merkezi film stüdyolarının gizli polisle bağlantılı patronu… bunların hepsi Yugoslavya tarihinin beyazperdede nasıl inşa edildiğinin öyküsünü anlatıyorlar. Yönetmenin söylediğine göre Tito’nun makinisti daha önce hiçbir yerde ne röportaj ne buna benzer girişimlerde bulunmuş. Pek tabii,  belgesel çekim süresince onu ikna etmek de oldukça zorlu olmuş.

İşte belgesellerle dolu geçen bir haftada 13 Mayıs 2013 akşamı TRT Tepebaşı Stüdyoları’nda, aynı zamanda televizyondan da canlı yayınlanmış olan Ödül Töreni, Gala Özel Programı ile son buldu. Koca bir yıla bedel olan bu bir hafta gerek biz belgesel severlerin önerileriyle gerek değerlendirmeleriyle, etkinliğe ışık tutuldu. Bir dahaki sene bu ışığın hiç sönmemesi dileğiyle, belgesel dolu yıllar dilerim.

Yazıyı Hazırlayan: Burcu M. Tohum ()