Röportaj: Mehmet KIZMAZ - Maltepe Üniversitesi Gazetecilik Bölümü
- İran sinemasından özellikle takip
ettiğiniz yönetmenler var mı?
mehmet72kizmaz21@gmail.com
İran sinemasının ünlü yönetmeni Majid Majidi, 5. Uluslararası Boğaziçi Film
Festivali’nde, son filmi “Bulutların Ardında”nın Türkiye gösterimine katıldı.
Festivalden “En İyi Kurgu” ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödülleriyle ayrılan
Majidi’ye, sinemaseverler de yoğun ilgi gösterdi. Cennettin Çocukları,
Cennettin Rengi, Baran, Serçelerin Şarkısı filmleriyle tanınan Majidi,
çocukların yoksulluklarını, onların naif, saf ve temiz duygularıyla anlatıyor.
Majidi, “Çocuklarla büyük insanlar arasında köprü oluşturmak istiyorum. Ateş
topuna dönen dünyayı çocukların peygamberliğin de kurtaracağım. Ve hep birlikte
cennetin rengini dünyaya serpeceğiz” diyor.
- Sinemaya başlama serüveniniz nasıl oldu?
13 yaşımdan beri sinema başta olmak üzere görsel her
şeye ilgim vardı. Çok film izlerdim, arkadaşlarımla tiyatro oynuyordum.
Dramatik Sanatlar Fakültesi’nde Tiyatro Bölümü okudum. Tiyatro, bir süre sonra
devam ettiremeyeceğim bir hal alınca sinemaya başladım. İlk önce oyuncu olarak
bir kaç filmde rol aldım. Sonra bir kaç kısa film yaptım. Daha sonra uzun
metrajlı filmlere başladım. Sinema benim için yoldur, misyondur. Düşüncelerimi
anlatmak ve duygularımı konuşturma fırsatı veren bir alan. Sorunları, dertleri
sinema yoluyla başka insanlara anlatıyorum. Entelektüel kesim dahil halkın
geneline hitap ediyorum. Zor ama amacım iki gruba da aynı anda seslenip
etkilemek. İnsanları, doğasına ve iç dünyasındaki saflığa geri dönmesi için
hikayelerimle desteklemek istiyorum. Sinema çok güçlü bir alan. ‘Eğer peygamber
yaşasaydı İslam’ı anlatmak için sinemayı kullanırdı’ cümlemi tekrar edeyim...
- İslam Devrimi, İran sinemasını nasıl
etkiledi?
Aslında daha eskilere gitmek gerekiyor. Sinema önceden
de kapalıydı. Yaratıcılık yoktu. İslam Devrimi sinemayı da yeniden
yapılandırdı. Sinemacılar yeni inkılaplarla geniş alanda çalışma, çok daha
değişik yeni hikayeler anlatma fırsatı buldu. Bu hikayeler yetenekli
sinemacılar ortaya çıkardı. Ben de onlardan biriyim. Sansür her ülkede var,
tıpkı Türkiye olduğu gibi. Sadece sınırı farklı. Misal İran’da Hicap giymek
kanunun bir parçası, ülkeye girildiği anda giyilmesi gerekiyor. Ben bunun iyi
olup olmadığını söylemek istemiyorum, bu benim işim değil. Ancak, demokrasiden
söz edilen Avrupa’nın birçok şehrinde, üniversitelerde öğrencilerin kapanması
yasaklanıyor. Her ülkede sınırlar ve sansürler var. Ama odakta maalesef hep
İran oluyor. İran Batı medyasında hep siyaset alanında yer buluyor ama öyle
değil. İran halkı, kültürü bir başka güzel. Yeni yönetmenler, İran üzerinde
oluşturulan politik algıyı kırmak için yaratıcılıklarıyla çalışıyorlar.
- İran sinemasını bir kaç cümleyle özetler
misiniz?
Bütün sanatların kökü edebiyattan geliyor. Bir ülke,
zengin edebiyatı olunca diğer sanatlarda da başarılı oluyor. İran’da Hâfız-ı
Şirâzî, Sadi-i Şirazi gibi dünyaca bilinen şairler ve genel itibariyle
edebiyat, sinemayı etkilemiş. Sinemada asıl önemli olan dildir. Ve bu kuvvetti
de edebiyattan alıyor.
- Türkiye’deki sinemayı nasıl görüyorsunuz?
En beğendiğiniz yönetmenler kim?
Türkiye’deki sinema gişesi başarılı ancak asıl problem
sinema izleyen büyük bir kitlenin kaybedilmesi. Bu dizilerle oluyor. Dizilerde
sanatsal çalışma yerine ticari çalışmalar yapılıyor. Bu durumun yakın zamanda
daha da etkisini göstereceğini düşünüyorum. Sinema hedef kitlesini kaybediyor.
İkinci soruya gelince. Kesinlikle Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan.
İran’da tanımadığınız 20-25 çok yetenekli ve başarılı
genç yönetmen var. Rıza Mir-Kerimi, İbrahim Hatemi- Kiya gibi isimler son
dönemlerde başarılı filmler çıkarıyor. Filmlerimi Asgar Ferhadi ve Abbas
Kiyarüstemi’ye daha yakın görüyorum.
- Filmlerinizde çocukların ana
karakterlerden biri olmasının bir sebebi var mı?
Çocukları çok masum buluyorum. İnsanın en temiz iç
duygularını kaybetmemişler. O temizlik onların içinde hala ayakta ve hayatta.
Hepimiz çocukluğumuzu düşünerek güzel günleri hatırlıyoruz. O günlerde ne kadar
masumduk, her şeye çok basit bakıyorduk. Ve şimdi yaşlandık ve dünyaya bakış
açımız değişti. Ben bir köprü oluşturmaya çalışıyorum. Çocukları göstererek,
büyüklere o masum iç duyguları hatırlatmak istiyorum. Ateş topuna dönen dünyayı
çocukların peygamberliğinde kurtaracağım. Ve hep birlikte cennetin rengini
dünyaya serpeceğiz, tıpkı Baran filminde Baran’ın topraktaki ayak izinin yağmur
suyuyla dolduktan sonra dünyaya umudu yağdırması gibi. Cennetin Çocukları
filmini izledikten sonra, ‘böyle çocuklar var mı’ diye hayret etmeye gerek yok.
Çevremizde görmezden geldiğimiz Ali ve Zehra gibi çok çocuk var.
Mehmet Kızmaz - Majid Majidi |
- Filmleriniz insanlarda çok güçlü etkiler
bırakıyor...
Ben, izleyicimin, o filmi izledikten sonra kendini, iç
dünyasındaki duyguları keşfetmeye başlamasına yardım etmek istiyorum. O duygu
‘o anda’ kalmamalı, yaşamına yayılmalı. Cennetin Çocukları’nı 20 yıl önce
çektim. Şimdi de izleyebiliyorsunuz. Yine kendinizi keşfetmenize yardımcı olur.
Serçelerin Şarkısı’ndaki Karin şu an bizi anlatmıyor mu? Karin, deve kuşları
arasından çıkıp şehre gittiğinde, insanlarla zaman geçirdikçe mutsuzlaşıyordu.
Cömertliği ve dürüstlüğünü metropol emiyordu...
- Son filminiz Bulutların Ardında’dan söz
eder misiniz?
1997’de çektiğim Cennettin Çocukları filminin devamı.
Filmde, lokasyon farklı olsa da o çocukların büyümüş halleri anlatılıyor. Bu
filmde sinemasal dilli daha uzmanca kullanıldığımı düşünüyorum.
- Son olarak, genç sinemacılara ne
söylemek istersiniz?
Öğüt vermek istemiyorum. Herkesin yolu var. Bana göre
genç sinemacılar erken vazgeçmemeli. Çünkü sinemada çalışmak, sinema yapmak bir
savaş gibidir. Ve kesinlikle savaşmak gerekiyor. Dağın zirvesine çıkmak gibi
aynı zamandı. Kolay diye yola çıkarsın, sonradan zor gelir. Çaba gösterirsen
bir gün zirveye ulaşırsın.