Mustang (2015) - SİNEMA ELEŞTİRMENİ

YAZILAR

Film Eleştirileri, Sinema Haberleri, İzleme Listeleri...

22 Aralık 2015

Mustang (2015)




(Mustang’ler Amerika kıtasına İspanyollar tarafından getirilen ve (evcilken) yabanileşen atlar olarak biliniyor. Bizdeki yılkı atına benzer bir kavram, ama tabii ki daha evrensel ve havalı. Filmimize adını veren bu bilgiyi bir kenarda tutalım.)

Daha önce kısa film çalışmaları olan Deniz Gamze Ergüven ilk filmiyle Cannes’da başlayan ve Oscar törenine giden bir parlak bir kariyere sahip oldu. Oldu olmasına ama “Mustang” Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde Türk oyunculardan kurulu bir kadroyla Türkçe çekilmiş ve hatta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini alan bir yapım olmasına karşın yoluna Fransız filmi olarak devam etme durumunda kaldı. Bunun nedeni, filmi izleyen hemen herkes tarafından kolaylıkla anlayabileceği gibi ele aldığı sarsıcı ve “sakıncalı” konu ve anlatım şekli.

Özetle; babaanneleri ve amcaları ile birlikte yaşam şekillerine herhangi bir müdahale olmadan yaşayan (hem yetim hem öksüz) beş kız kardeşin, karnelerini aldıkları okul çıkışında erkek arkadaşlarıyla denizde şakalaşmalarını gören bir komşu teyzenin köye haber uçurmasıyla başlayan mahalle baskısının artarak gelişimini izliyoruz. Kısacası, özgür atlarımız evcilleştirilmek için ev görünümlü mini hapishanelerine tıkılıyor. Sonrası ise küçük çaplı bir cehennem; dayak, baskı, hakaret, bekâret testi, zorla evlilik, çocuk gelin, tecavüz, intihar… Filmin akışında, tüm bu yaşananlara (cılız) direnişler olsa da genel bir çaresizlik havası ve giderek boğucu hale gelen bir atmosfer hâkim.

Filme genel itiraz noktaları, oryantalist bakış açısıyla hazırlanmış ve ödül odaklı formülize edilmiş olması, bir aile odağında bütün sorunların gerçeklikten uzak biçimde bir arada sunulmaya çalışması ve çekildiği coğrafyayı tanımadan çekilmesi olarak özetlenebilir.

Bir yönetmenin ilk filmiyle ses getirmeye çalışmasında bence abes bir yan yok. Gişe odaklı filmler dışındaki yapımların festivalleri ve ödülleri hedeflemesi de oldukça anlaşılabilir. Oryantalist bakış açısı kısmını pek anlayamıyorum, kötü niyetli diyemedikleri için bu eleştirinin yapıldığını düşünüyorum. Açıkçası birçok sorunu tek bir potada eritmeye çalışarak koştura koştura anlatma gayretinin kötü niyetten ziyade teknik eksiklik veya acemilikten olduğu kanısındayım. Mustang’in sinema dili, senaryosu ve anlatım tekniğinde belirgin bir sıkıntı var. Zira o kadar fazla soruna eğilmeye çalışılmış ki birçok konu havada kalarak eklektik biçimde izleyiciye sunuluyor. Ne oldu, ne arada oldu, nasıl oldu, niçin oldu… gibi birçok soru zihinde beliriyor ve verilmek istenenler bu nedenle izleyiciye geçemiyor. Haliyle “gerçeklik iddiasıyla yalan bir dünya kurulmuş ve bize yutturulmaya çalışıyor” düşüncesine kolayca kapılabiliyoruz. Bu ciddi bir yönetmenlik eksikliği. Fakat ele alınan sorunlar aslında yoktur veya ülkemizde artık yaşanmıyor demek safdillik olur. Hepsinin var olduğunu maalesef birebir biliyor ve çoğuna şahit oluyoruz. 

Mustang yönetmenin bir söyleşisinde de belirttiği gibi çocukluğunda yaşadığı travmayla yüzleşme ve suçlu gördüğü toplumdan öç alma aracı olarak görülebilir. Film, Foucault’nun kavramlaştırdığı “beden üzerinde kurulan iktidar” bağlamında okumaya da açık. Ergüven’in hem söyleşisinde hem de filmde bariz olarak atıfta bulunduğu hükümet üyelerinin açıklamaları ve en üst merci olan devlet aygıtının icraatlarıyla başlayan baskının köy, mahalle, aile gibi mikro-iktidarlar ile yaygınlaştırılmasına tanık oluyoruz. Kapatma/ev hapsi cezası beden üzerinde kurulan iktidarın en önemli yansıması olarak yine filmde bariz bir şekilde kullanılıyor. Kısacası yönetmen tüm iktidar odaklarıyla hesaplaşmaya ve toplumsal bir travmayla yüzleşmeye çalışıyor. Bu çabada ne kadar başarılı olunduğu ise görüldüğü üzere yoruma açık.

Filme yönelik en haklı eleştiri mekan ile bağının zayıf olması. Batı Karadeniz bölgesinde yer almasına rağmen oyuncuların yörenin dil ve davranışlarını yansıtmadığı doğru.[1] İnebolu’nun coğrafyasının hem estetik (sinematografi) olarak hem de özgürlük duygusunu yansıtabilme açısından elverişli olması mekân seçiminde etkili olmuş görünüyor. Ancak mekânla bağı güçlü olan oyuncu seçimi yerine filmin asıl amacına uygun oyuncularla çalışmak daha doğru gelmiş görünüyor. Ancak bizim kolaylıkla fark edebileceğimiz bu eksikliğin yurt dışı festivallerin değerlendirmelerine tabii ki etkisi olmuyor. Kısacası filmin belki de en göze batan eksikliklerinden birisi için yapılan eleştiriler global olarak değersizleşiyor.

Bu arada, senaryoda en havada kalan kısım, kızların evden kaçtıklarında belli olmasın diye saçlarını kesip yapıştırarak hazırladıkları mankenlerin, kızların çıkan karmaşa sonrasında herkesin gözü önünde kaçmasına karşın neden hala şaşırtmaca amaçlı yataklarında yatıyorlarmış gibi bırakıldığı. Sanki kurguda çıkarılması unutulmuş bir bölüm gibi duruyor.

Mustang’e yönelik sert eleştirileri okuduğumda sanki ikinci bir “Midnight Express” (Geceyarısı Ekspresi) vakası ile karşı karşıyayız hissine kapıldım. Tüm Türk vatandaşlarının kötü (hatta kötülükten zevk alan) karakter olarak resmedildiği Geceyarısı Ekspresi’nde kantarın topuzunun kaçırıldığını bugün hemen herkes kabul ediyor. Ancak Mustang’de böyle bir yaklaşım yok, asıl kötü karakter toplumsal yapılar (biyo-iktidar). Hatta amca, babaanne dışında kalan çevrenin naif bir yönü var.

Mustang gerçekten büyük bir antipati yaratmış durumda, film hakkında herhangi bir olumlu yorum hemen eleştiri oklarının en sert haliyle o yöne çevrilmesine neden oluyor. Tamamen Türkiye’de ve yerel bir konu hakkındaki filmin senaryosunda Fransız (yönetmen ve senarist) Alice Winocour’un katkısının olması dahi eleştiriliyor. Deniz Gamze Ergüven ise senaryonun yazım kısmının tamamıyla kendine ait olduğunu ancak yazdığı kısımları Winocour ile tartışarak olgunlaştırdığını söyleyerek bu duruma açıklık getiriyor.

Özetle, teknik ve hikâye olarak kusurlu bulduğum Mustang’in ödül mevsiminde öne çıkmasını şaşırtıcı bulmakla birlikte yerden yere vurulmasında eleştirilerin odak noktası olarak hatalı ve genel olarak haksızlık olduğu kanaatindeyim.

Ek: twitter'da yazmıştım buraya eklemeyi unutmuşum. Filmi, oldukça etkilendiği ve daha sert bir film olan "The Virgin Suicides" (ABD yapımı) ve benzerlik taşıdığını düşündüğüm "Miss Violence" (Yunanistan yapımı) ile birlikte değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Filmin Notu:


[1] En sevdiğimiz filmlerden “Selvi Boylum Al Yazmalım”da Türkan Şoray’ın canlandırdığı köylü kızı Asya da İstanbul Türkçesi ile konuşur.