(Mustang’ler Amerika kıtasına
İspanyollar tarafından getirilen ve (evcilken) yabanileşen atlar olarak
biliniyor. Bizdeki yılkı atına benzer bir kavram, ama tabii ki daha evrensel ve
havalı. Filmimize adını veren bu bilgiyi bir kenarda tutalım.)
Daha önce kısa film çalışmaları
olan Deniz Gamze Ergüven ilk filmiyle Cannes’da başlayan ve Oscar törenine
giden bir parlak bir kariyere sahip oldu. Oldu olmasına ama “Mustang”
Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde Türk oyunculardan kurulu bir kadroyla Türkçe
çekilmiş ve hatta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini alan bir yapım
olmasına karşın yoluna Fransız filmi olarak devam etme durumunda kaldı. Bunun
nedeni, filmi izleyen hemen herkes tarafından kolaylıkla anlayabileceği gibi
ele aldığı sarsıcı ve “sakıncalı” konu ve anlatım şekli.
Özetle; babaanneleri ve amcaları
ile birlikte yaşam şekillerine herhangi bir müdahale olmadan yaşayan (hem yetim
hem öksüz) beş kız kardeşin, karnelerini aldıkları okul çıkışında erkek
arkadaşlarıyla denizde şakalaşmalarını gören bir komşu teyzenin köye haber
uçurmasıyla başlayan mahalle baskısının artarak gelişimini izliyoruz. Kısacası,
özgür atlarımız evcilleştirilmek için ev görünümlü mini hapishanelerine
tıkılıyor. Sonrası ise küçük çaplı bir cehennem; dayak, baskı, hakaret, bekâret
testi, zorla evlilik, çocuk gelin, tecavüz, intihar… Filmin akışında, tüm bu
yaşananlara (cılız) direnişler olsa da genel bir çaresizlik havası ve giderek
boğucu hale gelen bir atmosfer hâkim.
Filme genel itiraz noktaları,
oryantalist bakış açısıyla hazırlanmış ve ödül odaklı formülize edilmiş olması,
bir aile odağında bütün sorunların gerçeklikten uzak biçimde bir arada
sunulmaya çalışması ve çekildiği coğrafyayı tanımadan çekilmesi olarak
özetlenebilir.
Bir yönetmenin ilk filmiyle ses
getirmeye çalışmasında bence abes bir yan yok. Gişe odaklı filmler dışındaki
yapımların festivalleri ve ödülleri hedeflemesi de oldukça anlaşılabilir.
Oryantalist bakış açısı kısmını pek anlayamıyorum, kötü niyetli diyemedikleri
için bu eleştirinin yapıldığını düşünüyorum. Açıkçası birçok sorunu tek bir
potada eritmeye çalışarak koştura koştura anlatma gayretinin kötü niyetten
ziyade teknik eksiklik veya acemilikten olduğu kanısındayım. Mustang’in sinema
dili, senaryosu ve anlatım tekniğinde belirgin bir sıkıntı var. Zira o kadar fazla soruna
eğilmeye çalışılmış ki birçok konu havada kalarak eklektik biçimde izleyiciye
sunuluyor. Ne oldu, ne arada oldu, nasıl oldu, niçin oldu… gibi birçok soru
zihinde beliriyor ve verilmek istenenler bu nedenle izleyiciye geçemiyor.
Haliyle “gerçeklik iddiasıyla yalan bir dünya kurulmuş ve bize yutturulmaya
çalışıyor” düşüncesine kolayca kapılabiliyoruz. Bu ciddi bir yönetmenlik eksikliği. Fakat ele alınan sorunlar aslında yoktur veya ülkemizde artık yaşanmıyor demek safdillik olur. Hepsinin var olduğunu maalesef birebir biliyor ve çoğuna şahit oluyoruz.
Mustang yönetmenin bir
söyleşisinde de belirttiği gibi çocukluğunda yaşadığı travmayla yüzleşme ve
suçlu gördüğü toplumdan öç alma aracı olarak görülebilir. Film, Foucault’nun
kavramlaştırdığı “beden üzerinde kurulan iktidar” bağlamında okumaya da açık.
Ergüven’in hem söyleşisinde hem de filmde bariz olarak atıfta bulunduğu hükümet
üyelerinin açıklamaları ve en üst merci olan devlet aygıtının icraatlarıyla
başlayan baskının köy, mahalle, aile gibi mikro-iktidarlar ile
yaygınlaştırılmasına tanık oluyoruz. Kapatma/ev hapsi cezası beden üzerinde kurulan
iktidarın en önemli yansıması olarak yine filmde bariz bir şekilde
kullanılıyor. Kısacası yönetmen tüm iktidar odaklarıyla hesaplaşmaya ve toplumsal
bir travmayla yüzleşmeye çalışıyor. Bu çabada ne kadar başarılı olunduğu ise
görüldüğü üzere yoruma açık.
Filme yönelik en haklı eleştiri
mekan ile bağının zayıf olması. Batı Karadeniz bölgesinde yer almasına rağmen
oyuncuların yörenin dil ve davranışlarını yansıtmadığı doğru.[1]
İnebolu’nun coğrafyasının hem estetik (sinematografi) olarak hem de özgürlük
duygusunu yansıtabilme açısından elverişli olması mekân seçiminde etkili olmuş görünüyor.
Ancak mekânla bağı güçlü olan oyuncu seçimi yerine filmin asıl amacına uygun
oyuncularla çalışmak daha doğru gelmiş görünüyor. Ancak bizim kolaylıkla fark
edebileceğimiz bu eksikliğin yurt dışı festivallerin değerlendirmelerine tabii
ki etkisi olmuyor. Kısacası filmin belki de en göze batan eksikliklerinden
birisi için yapılan eleştiriler global olarak değersizleşiyor.
Bu arada, senaryoda en havada
kalan kısım, kızların evden kaçtıklarında belli olmasın diye saçlarını kesip yapıştırarak
hazırladıkları mankenlerin, kızların çıkan karmaşa sonrasında herkesin gözü
önünde kaçmasına karşın neden hala şaşırtmaca amaçlı yataklarında yatıyorlarmış
gibi bırakıldığı. Sanki kurguda çıkarılması unutulmuş bir bölüm gibi duruyor.
Mustang’e yönelik sert
eleştirileri okuduğumda sanki ikinci bir “Midnight Express” (Geceyarısı
Ekspresi) vakası ile karşı karşıyayız hissine kapıldım. Tüm Türk
vatandaşlarının kötü (hatta kötülükten zevk alan) karakter olarak resmedildiği Geceyarısı
Ekspresi’nde kantarın topuzunun kaçırıldığını bugün hemen herkes kabul ediyor.
Ancak Mustang’de böyle bir yaklaşım yok, asıl kötü karakter toplumsal yapılar (biyo-iktidar).
Hatta amca, babaanne dışında kalan çevrenin naif bir yönü var.
Mustang gerçekten büyük bir
antipati yaratmış durumda, film hakkında herhangi bir olumlu yorum hemen
eleştiri oklarının en sert haliyle o yöne çevrilmesine neden oluyor. Tamamen
Türkiye’de ve yerel bir konu hakkındaki filmin senaryosunda Fransız (yönetmen
ve senarist) Alice Winocour’un katkısının olması dahi eleştiriliyor. Deniz
Gamze Ergüven ise senaryonun yazım kısmının tamamıyla kendine ait olduğunu
ancak yazdığı kısımları Winocour ile tartışarak olgunlaştırdığını söyleyerek bu
duruma açıklık getiriyor.
Özetle, teknik ve hikâye olarak kusurlu
bulduğum Mustang’in ödül mevsiminde öne çıkmasını şaşırtıcı bulmakla birlikte
yerden yere vurulmasında eleştirilerin odak noktası olarak hatalı ve genel olarak haksızlık olduğu kanaatindeyim.
Ek: twitter'da yazmıştım buraya eklemeyi unutmuşum. Filmi, oldukça etkilendiği ve daha sert bir film olan "The Virgin Suicides" (ABD yapımı) ve benzerlik taşıdığını düşündüğüm "Miss Violence" (Yunanistan yapımı) ile birlikte değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Filmin Notu:
[1] En
sevdiğimiz filmlerden “Selvi Boylum Al Yazmalım”da Türkan Şoray’ın
canlandırdığı köylü kızı Asya da İstanbul Türkçesi ile konuşur.