Dört Film Bir Yönetmen - SİNEMA ELEŞTİRMENİ

YAZILAR

Film Eleştirileri, Sinema Haberleri, İzleme Listeleri...

30 Nisan 2012

Dört Film Bir Yönetmen


Gregory Hoblit (1944) yönettiği dizilerle birçok Emmy ödülü kazanmış bir yönetmen. Aynı zamanda yapımcılık ve senaristlik de yapıyor. Ama beni çeken yönü tabii ki yönettiği filmler.

Hoblit aslında pek fazla öne çıkan bir yönetmen değil. Bu nedenle genel sinema izleyicisi tarafından pek de bilinmiyor. Filmografisi de çok kalabalık değil ancak izlediğim tüm filmleri benim beğenimi kazandı. Özellikle ilginç senaryolu ve akılcı (belki sürpriz) sonları olan filmler olması bunda etkilidir. Ayrıca, gerilimi ve hikâyedeki soru işaretlerini filmin tümüne yaymayı başarması da takdir edilmesi gereken bir yönü. Bu vesileyle, Hoblit’in en sevdiğim filmlerini kısaca tanıtmak istiyorum.

Primal Fear (1996)


Hoblit’in ilk sinema filmi. Gerilim dozu yüksek bir polisiye. Başrollerde Richard Gere, Edward Norton ve Frances McDormand var. Norton’ın bu filmdeki müthiş performansı ona Oscar adaylığı kazandırmıştı. William Diehl’in aynı adlı romanından uyarlanan film ülkemizde “İlk Korku” adıyla biliniyor.

Filmde ünlü bir savunma avukatı olan Martin Vail (Richard Gere), medyanın ilgisini çeken baş piskopos cinayetinin zanlısı genç rahip yardımcısı Aaron Stampler’ın savunmasını üstlenmiştir. Avukat Stampler’ın masumiyetine inanmakla birlikte davadaki ayrıntılar gitgide çok ilginç bir hal almaya başlayacaktır.
Kısaca, oyunculukları (Edward Norton ) ve sürpriz finaliyle ilgiyi sonuna kadar hak etmekte.


Fallen (1998)


“Cani Ruh” adıyla da bilinen film doğaüstü güçlerle bezeli polisiye-gerilim. Filmin senaristi ünlü yönetmen Elia Kazan’ın oğlu Nicholas Kazan. Başrollerde Denzel Washington, John Goodman ve Donald Sutherland var.

Philadelphia Polis Departmanın yetenekli ve acar dedektifi John Hobbes (Denzel Washington) seri katil Edgar Reese’i yakalamış ve Reese idam edilmiştir. Ancak idamdan sonra esrarengiz bir biçimde kopya cinayetler görülmeye başlanmıştır. Tabii bu cinayetleri de Hobbes araştırır. Araştırma derinleştikçe ortaya çıkan doğaüstü güçler gerilimi artırır. Ölüm kalım meselesine dönen araştırmanın sonucu ve finali koltuklara çivileyebilecek cinsten. Ayrıca final kısmı yoruma da açık.


Frequency (2000)


Hoblit’in üçüncü ve belki de en çok bilinen filmi. “Frekans” adıyla gösterime giren filmin senaristi Toby Emmerich (ünlü Roland Emmerich ile bağlantısı yok). Filmin başrollerinde baba ve oğul rollerinde Dennis Quaid ve James Caviezel’i görüyoruz. Bilim-kurgu esintileri içerse de bana kalırsa fantastik yanı daha ağır basan bir öyküsü var. Tabii polisiye yönü de her zamanki gibi mevcut.

Film güneş patlamaları neticesinde atmosferde radyo/telsiz dalgalarının hiç ulaşamadığı kadar uzak yerlere ulaşabilmesini ve bununla bağlantılı olarak paralel evrenlerle iletişim kurulabileceği düşüncesi/önermesi üzerine inşa edilmiş. Ankara (J) cinayet büro dedektifi John Sullivan 1999’da 30 yılda bir görülen doğa olayı sayesinde 1969 yılında yaşayan babasıyla radyo vericisi aracılığıyla konuşmaya başlar. Tabii iş konuşmayla kalmaz, 30 yıl önce babasının yaptığı her şey geleceğe aynı şekilde etki edebilmektedir. Bu yönüyle “Kelebek Etkisi”(2004) filmindeki fikri burada görebiliyoruz. Filmde baba-oğul arasındaki duygusal ilişki işlenirken ilginç bir şekilde cinayet olayı da her iki zaman diliminde çözülmeye çalışılmaktadır. Bu ilginç filmi herkese tavsiye ederim.


Fracture (2007)


“Cinayet Gecesi” adıyla gösterime film iki iyi oyuncuyu başrolde buluşturuyor: Anthony Hopkins ve Ryan Gosling. Film yine bir polisiye-gerilim.

Zengin ve aynı zamanda çok zeki bir iş adamı olan Theodore Crawford (Anthony Hopkins), karısının başka bir kişiyle ilişkisi olduğunu öğrenir ve bu durumu karısına itiraf ettirdikten sonra onu kendi evlerinde silahla vurur. Bu basit gibi görünen suç aslında çok incelikli bir planın eseridir. Crawford’u olay mahallinde tutuklamaya gelen polis de karısının aşığından başkası değildir.

William Beachum (Ryan Gosling) çok yetenekli bir bölge savcı vekilidir. Davaları lehine sonuçlandırma oranında bir numaradır ve bu başarısı çok yüksek bir gelirle ünlü bir avukatlık firmasına transferini sağlamıştır. Ancak transferini tamamlamadan önce önünde çok kolay bir dava kalmıştır. Karısını vuran ve olay mahallinde bunu itiraf eden Theodore Crawford’un mahkûmiyeti. İlk bakışta tüm deliller sanığın aleyhine görünse de dava giderek çok çetrefilli bir hal almaya başlar ve Crawford’un müthiş planı onu hapisten kurtarmaya doğru gider. Bu dava aynı zamanda Beachum’ın da hayatını kökten etkileyecektir.